- Followers
- Subscribers
- Followers
- Members
- Followers
- Members
- Subscribers
- Posts
- Members
- Subscribe
Her insan haksızlığa uğradığı zaman adaletin hemen hızlı bir şekilde tecelli etmesini bekler. Yargı ve devlet kurumundan beklenti bu yönde olur. Olması gereken de budur aslında. Ancak Türkiye’deki duruma baktığımız zaman en çok tartışılan konuların başında adaletin geç tecelli etmesi geliyor. Geç gelen adalet ise yargıya olan güveni düşürüyor. Şu anda ülkemizde yargıya güven %30’lara düşmüş durumda. Sorunlarla boğuşan ülkemizde bu konunun neden böyle olduğunu sizler için detaylı bir şekilde hazırladık. Gelin hep birlikte bu konuya bakalım.
Türkiye’de adalet neden geç tecelli ediyor?
Konuya ilk olarak soruşturma evresini anlatarak başlayalım
Soruşturma Evresi Nedir?
Ceza Yargılamalarının ilk aşamasına soruşturma evresi denir. Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne ya da kovuşturmaya yer olmadığı kararı (takipsizlik kararı) verilmesine kadar geçen evreyi ifade eder.
Soruşturma Evresi İle İlgili Kanunda Kaç Tane Hüküm Var?
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 157. Maddeden 174. Maddeye kadar olmak üzere toplam 18 madde soruşturma evresini düzenlemektedir.
Türkiye’de yıllara göre soruşturma evresinde olan dosya sayısı?
2012: 6.323.397
2013: 6.716.800
2014: 6.985.818
2015: 7.183.574
2016: 7.398.616
2017: 8.479.555
2018: 9.252.208
2019: 9.342.676
2020: 8.995.141
2021: 9.856.642
2022 yılı verileri Adalet Bakanlığı tarafından henüz yayınlanmadığı için 2022 verileri elimizde yok. 2021 yılında ise yaklaşık 10 milyon soruşturma dosyası var. Son 10 yıldaki artış oranı %55.9. Bu durum 2021 yılında yaklaşık her 9 kişiden 1’inin soruşturma geçirdiği anlamına geliyor. 2021 yılında soruşturma aşamasındaki dosyaların 4.559.689’u karara bağlanmışken 5.296.953 dosya 2022 yılına devretti. 2021 yılında dosyaların sadece %46’sı karara bağlanmış, %54’ü ise bir sonraki yıla devretmiş.
Savcı sayısı 7.489. Savcı başına düşen dosya sayısı ise 1.316. Yani savcı başına günlük ortalama 4 dosya düşüyor.
Türkiye’de Soruşturma Süreçleri Neden Uzun Sürüyor?
Soruşturmaların uzun sürmesinin temelde iki nedeni var. İlk nedeni soruşturmayı yürüten savcı ve kolluk teşkilatının yapılanmasıyla ilgili. İkinci nedense delillerin toplanması ve değerlendirilmesine yardımcı olan yardımcı kurum ve kuruluşların personel ve teknik ekipman yetersizliği.
İlk nedene bakacak olursa ülkemizde ayrı bir adli kolluk sistemi yok. Yani savcılığa bağlı, sadece suç soruşturması yapmakla görevli polis, jandarma veya sahil güvenlik birimleri yok. Bunlar genel kolluk yapılanması içerisinde işbölümü olarak var. Bu nedenle adli görevlerinin yanında idari görevleri de bulunuyor. Bu durumun oluşturduğu iş yükü de soruşturmaların uzamasına neden oluyor.
Adli kolluğun savcılık teşkilatı içerisinde değil, içişleri bakanlığına bağlı bir yapılanmasının olması kağıt bürokrasisine sebep oluyor. Savcı, bir suçla ilgili soruşturma yapmak istediği zaman kolluk amirine bildirim yapıyor, kolluk amiri ise ilgili birimlere bunu aktarıyor. Bu ise bazı işlemlerin aylarca sürmesine neden oluyor.
Ceza mevzuatımız nedeniyle suç soruşturması yapmak isteyen kolluk da her olaya ilişkin savcıdan talimat almak zorunda. Savcıya günün her saati ihtiyaç duyulduğu anda ulaşmak pratikte mümkün olmadığı için bu durum gözaltına alma gibi durumların olduğu adli olaylarda hak ihlalleri doğurabiliyor.
Ayrıca basit nitelikteki ve çoğu zaman takipsizlik kararı verilen olaylarda bile savcının talimatı ve kararı gerekiyor. 2021 yılında savcılık tarafından verilen yaklaşık 9 milyon kararın %56’sını takipsizlik kararı oluşturuyor.
Verilen karar sayısı: 8.995.758
Kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararı sayısı: 5.013.705
Kamu davası açılan karar sayısı: 2.898.436
Diğer kararlar: 1.083.617
Bu durumun diğer bir sıkıntısı ise siyasi bir yönü olan soruşturmaların sağlıklı yürütülmesinde zaman zaman aksamalar yaşanmasıdır.
Mesela polisin suçları soruşturan birimlerinin en üst amiri siyasi bir kimliği olan içişleri bakanına bağlı ve Cumhurbaşkanı kararıyla atanan emniyet genel müdürüdür.
Siyasi bir içeriği olan ya da siyasilerden birinin veya çevresinden birinin soruşturulması söz konusu olduğunda soruşturmaların üzerine gölge düşebilmektedir.
Geçmiş yıllarda siyasi bağlantısı olduğu iddia edilen suçların faili meçhul kalarak dosyanın kapatıldığı olaylar, tarih sayfalarında ve adli istatistiklerde yerini aldı.
2021 yılında 930.624 faili meçhul dosyanın sadece 9.702’sinin faili tespit edilerek dava açıldı. 836.460 dosya ise dava zamanaşımı nedeniyle kapatıldı. Yani 2021 yılındaki faili meçhul dosyaların %90’ının faili bulunamadı. Dava zamanaşımı sürelerinin suç türlerine göre olağan hallerde 8 yıl ile 20 yıl arası olduğu göz önüne alınırsa durumun vahameti ortaya çıkıyor. Faili meçhul her suç için siyasi bağlantısı var denilemez ancak bu vahim tabloda bu ihtimal de göz ardı edilemez.
Faili Meçhul Dosya Sayısı: 930.624
Faili bulunup davası açılan: 9.702
Zamanaşımı dolduğu için ortadan kaldırılan: 836.460
Diğer kararlar: 84.462
Soruşturmaların uzamasının diğer bir etkeni ise suç soruşturmasını yürüten adli kolluğun görev ve yer değişikliğinin kolay olması. Görev bölgesinin demografik ve suçlu profilini tanıyan bu nedenle soruşturmaları daha hızlı yapan tecrübeli personelin yer ve görev değişikliği yapması nedeniyle yerine gelen tecrübesiz kişilerin uyum sağlaması zaman alıyor. Bu durum da soruşturmaların uzamasına neden oluyor.
Soruşturmaların uzamasına neden olan ikinci temel neden ise yardımcı kurum ve kuruluşların personel ve teknik ekipman yetersizliği. Delillerin toplanması ve değerlendirilmesinde adli tıp kurumu, olay yeri inceleme gibi kurumların önemi çok büyük. Çünkü birçok suçla alakalı bu kurumlara sıklıkla başvuruluyor. Ancak bu kurumların önemine rağmen personel ve ekipman sayısı yetersiz.
Mesela sadece İstanbul Adli Tıp İhtisas Kurullarında mahkemeler, hakimlikler ve savcılar tarafından gönderilen 229.689 dosya var. Tüm Türkiye’de adli tıp kurumunda çalışan sayısı ise yalnızca 2.255 kişi.
Sonuç olarak, Türkiye’de soruşturmaların daha hızlı ve etkili yürütülebilmesi için öncelikle savcı-kolluk ilişkilerindeki sistemsel problemlerin çözülmesi, savcılık teşkilatı içerisinde ayrı bir adli kolluk yapılanması oluşturulması gerekiyor.
Soruşturmaların siyasi etkiye maruz kalması ihtimalini ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılması, adli kolluk görevi yapacak personelin uzmanlaşmasına yönelik eğitimler verilmesi, görev ve yer değişikliğine ilişkin güvenceler getirilmesi gerekiyor.
Adli Tıp Kurumu, Olay Yeri İnceleme gibi yardımcı kurum ve kuruluşların personel ve ekipman eksikliğinin giderilerek şartların iyileştirilmesi gerekiyor.
Tüm bu gerekliliklerin nasıl yapılacağına ilişkin toplantılar, çalıştaylar ve sempozyumlar düzenlenerek bilimsel verilere dayalı, objektif sonuçlarla adımlar atılması gerekiyor.
KOVUŞTURMA (MAHKEME) AŞAMASINDA SORUŞTURMALAR NEDEN UZUN SÜRÜYOR?
Kovuşturma (Mahkeme) aşaması, iddianamenin kabulü ile başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade eder. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda 175. Maddeden 232. Maddeye kadar 58 madde kovuşturma aşamasını düzenlemektedir. Kanunun yapılış amacına göre en kısa sürmesi gereken aşama mahkeme aşamasıdır.
Hatta kanunda duruşmaya ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilmesi öngörülmüştür. Ancak zorunlu hallerde ara verilerek yargılamanın makul sürede sonuçlandırılması gerekmektedir.
“Ceza Muhakemesi Kanunu Madde 190:
(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir.”
Uygulamada duruşmaların tek seferde ve ara verilmeksizin sonuçlandırılması nadiren mümkün oluyor. Aksine duruşmalar defalarca ara verilip ertelenmekte ve yıllarca sürüyor.
Anayasa Mahkemesi’nde 2021 yılında bulunan 197.552’sinin 113.524’ünü adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların oluşturduğu göz önüne alındığında uzun yargılama sürelerinin ne kadar ciddi bir sorun olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Adalet Bakanlığı da “Yargıda Hedef Süre” “Yargı Reform Paketleri” gibi uygulamalarla sorunları çözmeye yönelik girişimlerde bulunuyor.
Peki sorunun altında yatan nedenler ne? Temelde hakim sayısı yetersizliği, sistemsel sorunlar ve yardımcı kurum ve kuruluşların personel yetersizliği olmak üzere 3 ana sorun göze çarpıyor.
1. Hakim Sayısı Yetersizliği
2. Sistemsel Sorunlar
3. Yardımcı Kurum ve Kuruluşların Personel Yetersizliği
2021 yılında mahkemelerde toplam 8.207.704 dosya var. Bunun 3.290.195’i ceza davası, 4.331.658’i hukuk davası, 585.851’i ise idari dava. Yani iş yükünün %92’si adli yargıda, yalnızca %8’i idari yargıda. Hakim sayısı ise adli yargıda 9.539, hakim başına düşen dosya sayısı ise 799.
Adli yargıda ceza mahkemelerine gelen davaların %60’ı karara bağlanmış, %40’ı ise bir sonraki yıla devretmiş.
Karar oranının düşük olması hakim ihtiyacını gösteriyor. İkinci ihtiyaç ise delillerin toplanması ve değerlendirilmesine yardımcı kurum ve kuruluşlardaki personel eksikliği. Sadece ceza soruşturmalarını yürüten ayrı bir adli kolluğun olmamasının etkisi burada da görülüyor. Çünkü hakim de delillerin toplanmasını adli kolluktan istiyor. Soruşturma evresindeki sorunlar mahkeme aşamasında da geçerli.
Adli tıp kurumuna ve bilirkişiye gönderilen dosyalara dönüşün geç olması nedeniyle duruşmalara verilen araların süresi ayları buluyor. Burada yaşanan personel eksikliği de yargılamaların yıllarca sürmesine neden oluyor.
Daha fazla oku
Ceza yargılamalarının uzun sürmesinin ikinci nedeni ise sistemsel sorunlar. Bu sistemsel sorunların odak noktasını ise mesleğe başlama yaşının düşük olması ile hakim bağımsızlığı ve güvencesi oluşturuyor.
1. Mesleğe başlama yaşının düşük olması
2. Hakim bağımsızlığı ve güvencesi
Türkiye’de hakim olmaya hak kazanmış bir kimse 24 yaşında hakim olarak atanabiliyor. Bu ise yargılamayı sürdürme ve hüküm verme için tecrübesiz denilebilecek bir yaş. 6. Yargı Paketi’yle 3 yıl hakim yardımcılığı zorunluluğu getirilerek bu yaş 27’ye çıkarılıyor. Birçok modern ülkede hakim olma yaşı 30 yaşını buluyor. Bu yönüyle bu düzenleme mesleğe başlama yaşını ve tecrübeyi arttırarak mahkemelerde hakimlerin daha hızlı karar vermesini kolaylaştıracaktır.
Hakimlerin bağımsızlığının ve hakim güvencesinin sağlanması konusunda hakimlerin
- yasama organına,
- yürütme organına
- yargı içinde
- çevreye, kamuoyuna, baskı gruplarına ve medyaya karşı bağımsızlığının sağlanması gerekiyor.
- Yasama Organına Karşı Bağımsızlık
Anayasa 9. maddesinde, yargı yetkisinin, Türk ulusu adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiştir.
Anayasa, madde 138:
Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
Böylece yasama organının fiilin işlenmesinden sonra bir kanun çıkarıp o fiil için daha ağır ceza öngörerek sanıkların daha ağır ceza ile almasına neden olması mümkün değildir. Bu duruma hem Anayasanın 38. maddesi hem de TCK’nun 7. maddesi engel oluşturmaktadır.
- Yürütme Organına Karşı Bağımsızlık
Anayasanın 138/2. maddesinde yer alan yargı yetkisinin kullanılmasında hâkimlere emir ve talimat verilemez, genelge gönderilemez, tavsiye ve telkinde bulunulamaz, şeklindeki yasak yasama ve diğer organlar yanında kuşkusuz yürütme organına da yöneliktir.
Yürütme organı, mahkeme organlarına uymak zorunda olup, yargı kararlarının değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez(Anayasa madde 138/4).
Genelde yürütme erki; hakim alımları, HSK ve Türkiye Adalet Akademisi’ndeki yetkileri dolayısıyla doğrudan veya dolaylı şekilde yargı erkini etkileyip baskı uygulayabiliyor. Bu itibarla hâkimin bağımsızlığına yönelik asıl tehlike yürütme organından geliyor. Özetleyecek olursak yürütme organından kaynaklı 8 problem nedeniyle yargı üzerinde bir baskı oluşuyor ve bazı davaların uzaması söz konusu olabiliyor. Bu sorunlar
1. Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı
2. Mesleğe alınmada yürütmenin etkili olması
3. Hâkimlerin denetimi
4. Soruşturma ve kovuşturma izni verme yetkisinin Adalet Bakanına ait olması
5. Hâkimlerin idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlı olması
6. Hâkimlerin Adalet Bakanınca geçici olarak bakanlıkta görevlendirilmesi ve geçici yetkilendirme
7. Adalet Bakanlığının hazırladığı ve hakim ve savcılara gönderdiği genelgeler
8. Türkiye Adalet Akademisi’nin Adalet Bakanlığı ile idari ve organik bağı
Hâkimlerin yürütme organına karşı bağımsızlığının en önemli güvencesi hâkimlik güvencesidir.
1982 Anayasası, hâkimlik güvencesinin 139/1. maddesinde hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeye göre, “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve özlük haklarından yoksun kılınamaz.”
Anayasanın 139. ve HSK’nun 44. maddelerinde yer alan bu güvenceler şunlardan ibarettir: 1. Azledilememe, 2. 65 yaşından önce emekliye ayrılmama, 3. Özlük haklardan yoksun bırakılmama, 4. Coğrafi güvence ve 5. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun oluşturulması.
Hakimlik güvencesini oluşturan ilk üç maddede pek sorun yaşanmazken coğrafi güvence ve Hâkimler ve Savcılar Kurulunun oluşturulmasında ciddi sorunlarla karşılaşılıyor.
Coğrafi güvence, ülkemizde 1972 yılında 2556 sayılı Hâkimler Kanununda değişiklik yapılıncaya kadar uygulama alanı bulmuştur. Yer güvencesi de denilen coğrafi güvence, hâkimin muvafakati olmaksızın, terfi suretiyle de olsa, mevki ve memuriyetinin değiştirilememesi anlamına geliyordu.
1961 Anayasası döneminde, 1972 yılında Hâkimler Kanunu değiştirilmiş coğrafi güvence kaldırılarak yerine Yüksek Hakimler Kurulunun belirleyeceği bölgeler tespit edilmesi ve münavabe usulüyle belli sürelerde yer değiştirilmesi benimsenmiştir. 1982 Anayasası da coğrafi güvenceye yer vermemiştir. Buna paralel olarak 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu da uygulanan bölge sistemini tercih ederek, HSK’nın çıkaracağı atama ve nakil yönetmeliğine uygun olarak yer değiştirme yoluyla atamaların gerçekleştirmesini kabul etmiştir. Kısacası 1972 yılından beri hakimin muvafakatine gerek olmadan hakimin görev yeri değiştirilebiliyor.
Hakimler ve Savcılar Kurulu ilk olarak hakimlerin coğrafi güvencesinin sağlanması, atama ve özlük işlerinin yürütülmesi amacıyla 1961 Anayasası döneminde kurulmuştu. İlk kurulduğunda bu kurul, Yüksek Hakimler Kurulu adını taşıyordu. Savcılar için ise Yüksek Savcılar Kurulu adında anayasal niteliği olmayan ikinci bir kurul oluşturulmuştu. Böylece yürütme organının hakimler üzerindeki etkisi ve baskısı ortadan kaldırılmıştı.
YHK, 1961 Anayasasının 143. maddesi uyarınca 1962 tarihli ve 45 sayılı Kanunla kurulmuştur.
Tam bağımsız ve güvencelere sahip hakimlere bazı çevreler sadece 10 yıl dayanabildi. 12 Mart Muhtırası sonrası yürütme, tekrar yargıya etki eder ve baskı yapar hale getirildi. Yapılan anayasa değişikliğiyle Adalet Bakanı Yüksek Hakimler Kuruluna başkanlık yapmaya başladı. Bir yıl sonra, 1972 değişikliği ile Adalet Bakanına oy hakkı da tanındı.
45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanunu da, 23 Haziran 1972 günlü ve 1597 sayılı yasayla değiştirilerek, Bakana katıldığı toplantılarda oy kullanma hakkı tanındı.
12 Mart döneminin açtığı yoldan ilerleyen 12 Eylül darbesi sonrasında, Yüksek Hâkimler ve Yüksek Savcılar Kurulları, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu adı altında tek bir çatıda toplandı.
2010 Anayasa Değişikliği’nin hedefinde de HSYK ve Anayasa Mahkemesi vardı. Bu değişiklik sonrası yürütmenin yargı üzerindeki etkisi iyice arttı.
2017 Anayasa Değişikliği’nde de Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ve HSYK’nın yapısı değiştirildi HSYK’nın adı değiştirilerek Hakimler Savcılar Kurulu’na dönüştürüldü. HSK’nın üyelerinin seçiminde hakimlere herhangi bir söz hakkı tanınmadı. AYM üyelerinin ise 12 tanesi doğrudan veya dolaylı olarak Cumhurbaşkanınca atanır, kalan 3 üye ise cumhurbaşkanının başkanı olduğu partinin çoğunlukta bulunduğu TBMM tarafından seçilir hale getirildi. Hak ihlali nedeniyle AYM’ye yapılan başvuruların siyasi konjonktür nedeniyle uzun yıllar sürüncemede bırakılmasının önü açılmış oldu.
HSK Genel kurulunu oluşturan üyelerin seçimi ise Cumhurbaşkanı ve TBMM tarafından yapılmaya başladı. Genel kurul ise hakimleri ve savcıları denetleyecek olan Teftiş Kurulunu, başmüfettişleri ve müfettişleri seçiyor. Bu da hakimler üzerinde dolaylı bir baskı oluşturuyor.
HSK’nın ise genel sekreteri Adalet Bakanı tarafından atanmaya başladı.
Hakimlere, duruşmaların idari yönden hangi kurallara göre yürütüleceğini düzenleyen idari genelgeler gönderilmeye başlandı. Hakimler ve Savcılar hakkında soruşturma yapma izni ise Adalet Bakanının olur vermesine bağlı hale getirildi.
Mesela hakim ve savcı görevleri kapsamında hukuksuz bir iş yapsa ve Adalet Bakanı soruşturma izni vermese o hakim ve savcı hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılamıyor.
Yargı İçinde Bağımsızlık
Türk hukukunda hakim doğal haklar ve mevzuat hükümleri hariç hiçbir kuralla bağlı değildir. Hatta kendi kararlarıyla bile bağlı değildir. Bunun bazı istisnaları var.
Mesela Anayasa Mahkemesinin kararları ile Uyuşmazlık Mahkemesinin kararlarına ilk derece mahkemeleri uymak zorunda.
Ayrıca, direnme kararı üzerine Yargıtay Genel Kurulu’nun veya Danıştay Genel Kurulu’nun verdiği karar da bağlayıcı. Ancak bu durum sadece o uyuşmazlık için geçerli.
Hakimi benzer nitelikteki tüm uyuşmazlıklar için bağlayan kararlar ise İçtihadi Birleştirme Kararlarıdır.
İçtihadi Birleştirme Kararları ise bazen kanunun açık hükümlerine tam zıt olacak kararlar içerebiliyor. Bu durumda hakim, kanunun açık hükmünü değil, İçtihadi Birleştirme Kararını uygulamak zorunda kalıyor. Bu da adalete olan güveni zedeleyebiliyor.
- Çevreye, Kamuoyuna, Baskı Gruplarına ve Özellikle Kitle İletişim Araçlarına (Medyaya) Karşı Bağımsızlık
Düşünceyi açıklama özgürlüğü anayasal güvence altına alınmış ve bunun sınırlanabileceği haller yine anayasada belirtilmiştir.
Basın özgürlüğünün, kişilik haklarının korunması yönünden, kamu düzenin korunması yönünden, adli görevlerin yerine getirilmesi yönünden, devletin korunması yönünden ve basın araçlarının korunması yönünden bazı sınırlamalara tabi tutulduğu görülmekte.
Basın Kanunu’nda devam eden yargılamayla ilgili mütalaa yasağı getirilmiştir. Ancak günümüzde bu yasağa uyulduğu pek söylenemez. Çünkü kişiler, adliyelerde talep ettikleri haklarına ya kavuşamayacakları ya da uzun süre sonunda kavuşacaklarına dair önyargıya sahipler. Haklarına bir an önce kavuşmanın yolunun ise sosyal medyada davalarını duyurarak kamuoyu oluşturmaktan geçtiğine inanıyorlar. Bu durum ise sosyal medya yargıçları ve sosyal medya adaleti denilen durumu ortaya çıkarıyor. Sosyal medyada gündem haline gelen yargılamalarda ise mahkemeler genellikle hüküm vermeyip yargılama sürecini uzatarak ortamın yumuşamasını ve baskının hafiflemesini beklemeyi tercih ediyorlar. İkinci sorun ise hakimler, önlerindeki dosyaya göre değil sosyal medyada oluşturulan algıya göre hukuka aykırı kararlar verip sorumluluğu istinafa veya temyize atabiliyorlar.
İlk üç maddeki bağımsızlıklar yani yasama ,yürütme ve yargı organlarına karşı hakimlerin bağımsızlığı ve güvencesi sağlam ve dokunulamaz şekilde sağlanırsa medyadan, baskı gruplarından ve çevreden gelen baskılara karşı bağımsızlığın sağlanması ve korunması daha kolay olacaktır. Çünkü insanlar talep ettikleri adaleti adliyelerde hızlı bir şekilde almaya başlayınca sosyal medya adaletine olan ihtiyaç, inanç ve talep azalacaktır.
Sonuç olarak mahkemelerin sağlıklı, bağımsız ve güvencelere tam anlamıyla sahip olabilmesi için öncelikle yasama, yürütme, yargı ve kamuoyuna ve medyaya karşı korumalara sahip olması gerekiyor.
Bunun için de en kritik düzenleme ise Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak ayrılıp Hakimler Kurulu’nun kendi üyelerini ve başkanını seçer hale getirilmesi gerekiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin de bağımsız ve tarafsız olması için üye atanma usulünün değiştirilmesi gerekiyor.
Hakim alımlarındaki mülakat sürecinde yürütmenin dahilinin olmaması, Türkiye Adalet Akademisi’nin Hakimler Kurulu’na bağlı olması da çok büyük önem arzediyor.
Hakim olma yaşı yükseltilip tecrübesiz hakimler sorununun çözülmesi, hakim alımlarıyla hakim sayısı arttırılarak iş yükünün azaltılması gerekiyor.
Ayrıca Adli Tıp ve diğer yardımcı kurum ve kuruluşların personel sayısının arttırılması ve idari kolluktan ayrı bir adli kolluğun oluşturulması da yargılamanın hızlanması ve adaletin daha çabuk tecelli etmesi için yapılması gerekenler arasında.
Tepki Göster
+1
+1
+1
+1
+1
+1
+1